Biz fmf hastaları ….
Biz FMF (Ailevi Akdeniz Ateşi) Hastaları Kimlerdir?!?
Bazen bir gülümsemenin ardında saklıdır en derin kırgınlıklar, yalnızlıklar…
Ancak aynı sessiz dili konuşanlar anlarlar bunu, bu yüzdendir belki de biz kronik hastalığı olan hastaların birbirine kenetlenişi, birbirinin yarasını sarıp sarmalayışı… Birbirini tamamlayışı… Çünkü ayni yollardan geçmişizdir.
Çoğumuzun çocukluk yıllarında başlamıştır sessizleşmesi. Bir de hastalığın marazlık algılandığı nesilde doğmuşsa eğer…
Çocuğun ağrısı vardır ama diyemez, yarasının üflenmeyeceğini bilir çünkü… Hastalık ayıptır… Hatta aileye külfettir… Konuşulmaz öyle ortalıkta, marazlığa kız verilmez gelin edilmez çünkü… Ağrıdan kıvransan da başkalarının yanında normal görünmeye çalışmak gerekir… Bu yüzden dizlerimizin yarasını kendimiz üflemeyi, acımıyor ki demeyi öğrendik, acıdan kıvrandığımızı bile bile…
Hayatımızın her evresinde yakamızdan düşmeyen, sevindiğimizde üzüldüğümüzde strese girdiğimizde bazen de yediğimiz bir yiyecek veya içecekten tetiklenen ağrıların bir ismi olduğunu bilmediğimizden önce ailemiz inanmayı bıraktı, sonra öğretmenlerimiz, arkadaşlarımız, hatta doktorlarımız, patronlarımız bazen de eşlerimiz… Bırakın onları biz kendimize inanmayı bıraktık…!!!
Bazı ağrılar psikolojikti bazıları kronik… Aslında ağrısız sızısız insanların var olduğundan bihaber olanlarımız da yok değildir hani…
Biz yaşama dair hayaller kurarken onun bizimle başka planları var olduğunu bilemedik…
Kimimiz ataklar yüzünden giremediği sınavlarla hayallerindeki mesleklerine veda etti, kimimiz doğmamış yavrularına…
Hastaydık, hastalıklıydık… Dikkat çekmek istiyorduk… Aslında bir yerde dışarıdan bakıldığında haklı gibi görünüyorlardı, görünürde hiç bir engelimiz yoktu. Gittiğimiz hiç bir doktor tanı koyamıyordu zira onlar araştırırken biz iyi oluyorduk, bir hafta topallıyorsak diğer hafta top sekiyorduk… İki gün önce yorgan yatak yatarken bir gün sonra nerde kalmıştık diye hayata meydan okuyorduk…
Sonra bir şekilde, tesadüf veya şans eseri tanımız kondu kondu konmasına da iş bununla da bitmiyordu… Ne ailemiz ne doktorlarımız bu konuda yeterli bilgiye sahiplerdi…
Bu hastalık diğer hastalıklar gibi geçip gitmiyordu da, ailelerimiz kabul etse de etmese de bize dedelerimizden ninelerimizden anne ve babamızdan miras kalmıştı… Biz de çocuklarımıza torunlarımıza bırakacak olmanın yükünü taşıyorduk artık…
Korkularımıza yalnızlığımıza bir de suçluluk psikolojisi eklenir. Kabuslar yapışır yakamıza özelikle ağrılı sızılı günlerimizde, kendimizi iyi hissetmediğimizde, dehşet korku filmlerini aratmayacak senaryolarla… Bir de candan öte canında, evladına vermişsen hastalığını, kederin daha da katmerleşir…
Önce isyan edersin, Hayata, Yaradana Kendine… Ve Başlarsın Kendinle savaşmaya, yasakları çiğnemeye, Hastalığı kabullenmesin sen direndikçe ağrılar sıklaşır çoğalır… Bilirsin gecen her günün ömründen olduğunu, hem o kısacık güne bir çok şey sığdırmak hem de kabus görme korkusuyla direnirsin gece yarılarına kadar uyanık kalmaya ta ki uykuya yenik düşene kadar… Tabii bunu da af etmez atak.
Bu direniş günlerce, aylarca hatta yıllarca sürebilir ta ki ruhumuzun bize seslenişini duyana kadar.
Ruhumuz bilir kimsesizlerinde bir kimsesi olduğuna… İsyan etsek te günahkar olsak ta yüzbin kere sözümüzden dönsek te, yine mi sen kulum demeyecek bir Yaradanımız olduğuna.
Farkında olmadan Çocukluğumuzdan beri Öğrenmişizdir mücadelenin ve pes etmemenin bir diğer adının sabır olduğuna… ve inanmışızdır. Sabrın dizlerde derman tükendiğinde. Gönülde yeşeren Yarın olduğuna… Bitip tükenmeyen Umut olduğuna…
Yaradana arzu hal bildirdikçe onunla konuştukça rahatlarız, adeta güçleniriz… Bu taze güçle kendimize etrafımıza farklı bir gözle bakmaya başlarız, Bükemediğin eli öpme misali hastalığımızla barışır ona rağmen, neler yapabileceğimizi araştırmaya başlarız.
Çok şükür teknoloji çağında yaşıyoruz… Sosyal Medyada aynı kaderi paylasan insanlarla tanışırız, aynı kaderi yaşayan aynı yollardan gecen veya geçmiş olan, hikayeler paylaşılır, bilgiler paylaşılır, Zaman gelir şükrederiz halimize, zaman gelir dibe vururuz ama artık yalnız değilizdir, Aynı dili konuşan kocaman bir ailemiz vardır… Birlikte acıları paylaşmaya, birlikte güç bulmaya çalışır bizden sonrakilerin bari hayatı kolaylaşsın diye çözüm yolları ararız…
Belki de masum bir gülümseme ardında gizlemeye çalıştığımız en büyük korku bu hastalığın evlatlara verebilecek olma ihtimalinin korkusudur…
Bu yazdıklarım tabi ki biz hastaların açısından baktığımız tablo, bizimle hayatı paylaşan sevdiklerimiz de var, çaresizce bizim acı çekmemizi izleyen elinden çok fazla bir şey gelmediği için bazen kendi soyutlayan, bazen de dayan canımın içi, bunlarda geçecek diye kulağımıza fısıldayan, Ümit olan nefes olan. Allah yokluklarını göstermesin İnşallah.
Eminim ki Onlarda da derin izler yaralar bırakıyor hastalığımız, Bu yüzden, aslında Kronik hastalık sahibi her Bireyin ve Aile fertleri mutlaka bir süreliğine Psikolojik destek almalıdır. Bu Temel tedavi kadar Önem Taşır, hem hayat standardımızı yükseltmek hem de yaşamızı uzatmak için…
11.04.2017
Birselce…(Birsel Ağca)